''Darbeyi askerden değil polisten bekleyin''

''Darbeyi askerden değil polisten bekleyin''
Güncelleme:

Can Dündar yine çarpıcı bir yaza kaleme aldı: Darbeyi askerden değil polisten bekleyin

Türkiye’de üç kuşak bu soruyla büyüdü.
Sosyal uyanış, iktisadi büyümenin önüne geçtiğinde, muhalefet gemlenemez hale geldiğinde, siyasi tansiyon yükseldiğinde hemen gözler Genelkurmay’ın pencerelerine çevrilir,
“Paşalar toplandı”, “Asker rahatsız” manşetleri atılırdı.
Zamanla güç dengeleri değişti; askeri vesayet bertaraf edildi, ordu kışlasına çekildi.
Darbe lafı tedavülden kalktı.
Taa ki Öcalan, ekim başında, “Kobani düşerse Türkiye darbe sürecine girer” diyene kadar…
Bu açıklamadan hemen sonra sokaklar karıştı, “Tek cenaze gelmiyor” tesellisiyle giden barış süreci, onlarca cenazeyle gölgelendi. Ve sokağa çıkma yasaklarının hemen ardından getirilen baskı yasalarıyla, devlet içindeki güvenlikçi refleks yeniden devreye girdi.
“Bir darbe sürecine girildi.”

***

Muhtemelen Öcalan, “darbe süreci” öngörüsünü yaparken, devlet içinde, müzakerelere ayak direyen derin odakların provokasyonlarını kastediyordu. Ancak yeni yargı paketiyle polisiye tedbirleri devreye sokan, bizzat hükümet oldu.
Daha önce getirdikleri nispi demokratikleşme paketini tersyüz edip polis devletine doğru ciddi bir adım attılar.
Sıkıyönetim dönemlerinden kalma bir alışkanlıkla, “kişi hürriyeti”nin karşısına “devlet güvenliği”ni koydular.

***

Ben, bir askeri darbe sürecine girdiğimizi düşünmüyorum.
Ancak bir polis darbesine doğru gidildiğinden kaygılıyım.
AK Parti, askerin dişini söktükten sonra, ona rakip bir polis gücü yaratmaya koyuldu.
İktidara geldikten sonra Emniyet mensubu sayısını yüzde
50’ye yakın oranda artırdı. 750 bin askeri olan Türkiye’de, 350
bin kişilik bir polis ordusu yarattı.
Kişi başına düşen polis oranında, dünyada Rusya’dan sonraki en güçlü polis teşkilatı kuruldu.
Polisin sayısı artırılırken, teçhizatı da güçlendirildi.
AK Parti iktidarında 26 bin zırhlı/zırhsız araç alındı. Teşkilat, helikopterlerle, TOMA’larla, Kobra’larla donatıldı.
2014’te Emniyet’in bütçesi, bir önceki yıla göre yüzde 12.5 artırılarak, 17.5 milyar liraya çıkarıldı. Böylece Milli Savunma’nın 22.5 milyar liralık bütçesine yaklaştı.
Son olarak TSK kontrolündeki Jandarma’nın da İçişleri Bakanlığı’na bağlanacağının açıklanmasıyla, hükümet kontrolünde bir kır polisi oluşturulmasına zemin yaratıldı.
Bu, İçişleri Bakanı’nın emrinde, yaklaşık 200 bin kişilik yeni bir silahlı güç anlamına geliyor.
Yani, sayıca askere denk bir polis ordusu… Giderek güçlenen özel güvenlikçileri saymıyorum bile…

***

Geldik “son darbe”ye:
Bu devasa ordu, Kobani eylemleri bahane edilerek, son derece geniş yetkilerle donatılıyor şimdi...
Baskı rejiminin ipleri sıkılaştırılıyor.
Polisin sizi, evinizi araması, telefonunuzu dinlemesi için daha önce “somut delillere dayalı, kuvvetli şüphe” bulması gerekiyordu; hükümet, yeni yargı paketinde, kendi getirdiği reformu geri çekti. Artık arama, dinleme için somut kanıt gerekmeyecek; polisin kendince bulacağı “makul şüphe” yetecek.
Halen polis, savcı onayı olmaksızın gözaltı yapamıyor; yeni düzenleme ile savcı onaylamadan istediği kişiyi 24 saat gözaltına alabilecek.
Bu düzenlemelerin gerekçesini, dikta dönemlerinden hatırlıyoruz:
“Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs…”
Son düzenleme ile darbelerin yasal kılıfı sayılan “Cumhuriyeti koruma-kollama yetkisi”, ordudan alınıp Emniyet’e verildi.
Biz, “Asker darbe yapar mı”yı tartışaduralım, polis, kendi devletinin zeminini kurdu bile…