Ekrem Dumanlı Pilatus üzerinden herkese seslendi

Ekrem Dumanlı Pilatus üzerinden herkese seslendi
Güncelleme:

Zaman GYY'si Dumanlı köşesinde Hükümet tarafından uygulanan akreditasyonun yine hükümeti vuracağını ileri sürdü. Dumanlı, olaylara seyirci kalanlara ise Pilatus ile seslendi !

Ellerin temiz mi şimdi

Son noktaya gelene kadar zulme ortak olmadı Pilatus. Ruhen mazlumun yanındaydı çünkü. Susarak savuşturmak istedi o fırtınalı günleri.

Ne var ki uzaktan seyretmekle yetindiği o süreç bir gün keskin bir karar vermeye mecbur etti onu. İsa Aleyhisselam’a ve arkadaşlarına karşı yürütülen o korkunç karalama/sindirme hareketinin sahipleri onu da suçlarına ortak etmek istedi. Roma’daki sistem de onu gerektiriyordu zaten. İdam kararlarını Roma Valisi sıfatıyla onun onaylaması bekleniyordu. İsa Aleyhisselam hakkında ölüm fermanı çıkaran zalimler, Pontius Pilatus’un karara imza atmasını istiyordu. Hâlbuki o, İsa’nın (as) suçlu olduğuna inanmıyordu. Üstelik karısı Procula, bir rüya görmüş, o rüyanın tabiri olarak kocasına, “Asla bu zulme ortak olma!” manasına gelen bir yorum yapmıştı.

Vebal almak istemiyordu Vali. Mahkeme başkanlığı yapıp İsa’yı (as) kurtarmaya yönelik sorular sordu ilkin. “Hakikat nedir?” sualine aldığı veciz cevap tam da istediği gibiydi. “Ben bu kişiyi suçlu bulmadım.” dedi. Ne yazık ki egemen güçler hukuku çoktan askıya almış, mahkeme kararı olmaksızın suçlu ilan etmişti Hz. İsa’yı. Pilatus ya makamından olacak ya da cinayete iştirak edecekti. Bir bahane buldu ve infazı geciktirmeye çalıştı. İstiyordu ki aradan birkaç gün geçsin, Paskalya geleneğine uygun bir şekilde halk oylamasına gidilerek o Masum Nebi zulümden kurtarılsın. Başardı da. Ne yazık ki kalabalık halk topluluğu bir kişilik af hakkını İsa’dan değil, Barabbas adlı bir eşkıyadan yana kullandı. Bir eşkıya kadar değeri yok muydu o şanı yüce insanın? Kara propaganda sayesinde halkı İsa Aleyhisselam’a karşı doldurmuşlardı ve o azgın kitle nasıl bir haksızlık yaptığının farkında bile değildi. İnsanlar çılgınlar gibi bağırıyor, Meryem’in Oğlu’nu çarmıhta görmek istiyordu. Pilatus’un atladığı tarihî bir realite vardı: İsa’dan (as) önceki bütün peygamberler de çoğunluğa karşı mücadele vermiş, taşkın kalabalıkların zulmüne maruz kalmıştı. Bu durum, onların haksız olması anlamına gelmiyordu ki!

Pilatus linç kampanyasını aşabilmek için bir hamle daha yaparak İsa’yı (as) serbest bırakmayı teklif etti. O diyardan uzaklaştırılacaktı. Saygın din adamları ve kâhinler, halk iradesinin çok açık olduğunu, bir an önce infazın gerçekleştirilmesi gerektiğini söyledi. Makamından olmak istemeyen Pilatus artık baskılara dayanamayarak gözü dönmüş, adaletten uzaklaşmış ittifaka boyun eğdi. Ötesi malum; O Yüce Peygamber kırbaçlatıldı, dövüldü, yüzüne tükürüldü, alay edildi, çarmıha mahkûm edildi...

Pilatus’un eline bir peygamberin kanı bulaşmıştır ve bu hazin durum vicdanını sızlatmaktadır. Adamlarından bir ibrik su ister. Bir de leğen. Sonra özene bezene ellerini yıkar ve etrafta onu şaşkınlıkla izleyen kalabalığa şöyle der: “Benim ellerim temiz!” Bu sözün eski Yunan’da ya da eski Yahudi geleneğinde de var olduğunu, “Günah benden gitti” manasına geldiğini söyleyenler varsa da günümüze kadar gelen ‘temiz eller’ tabiri Pilatus ile sembolik bir mana kazandı. O yüzden pek çok ressama ilham olmuş, ellerini yıkayan vali pek çok tabloya yansımıştır.

Aslında Pilatus, A’raf’taki adamın sembolüdür; zulmü gördüğü halde sessiz kalmanın, haklının yanında yer almaktansa güçlünün yanında mevzilenmenin, kendi makam ve birikimini koruma uğruna zalimlerle işbirliği yapmanın simgesidir. Kendine göre haklı gerekçeleri vardı Pilatus’un; ama netice itibarıyla zulme ortak olmuş, zalimce bir karara imza atmıştı. Adı tarihe katiller arasında geçti...

Ah Pilatus, korkmayacaktın. Korkup da bahaneler uydurmayacaktın...

Zalimler, her daim suç ortağı arar kendine. İster ki yapılan korkunç yanlış sadece kendi üzerine yıkılıp kalmasın. Hicret gecesi Hazreti Muhammed’i (sas) öldürmek isteyen insî şeytanların telkin ettiği fikre bakar mısınız: “Her aşiretten birini seçelim ve herkes hançerini aynı anda saplasın; ta ki kanı oymaklar arasında dağılsın!” Zalimin psikolojisi tam da budur: Suç ortaklığı. Zalimi çileden çıkaran, zulme ortak olmayan kişilerdir. Onları da hain olarak görür, dönek olarak yaftalar, ilk fırsatta onları da cezalandırmak ister; çünkü o, herkes zulmüne ortak olduğunda kendini daha rahat hisseder...

Ey A’raf’taki Pilatus!

Unvanların, kazanımların altında kalıp ezilme! “Ben ki…” diye başlayan cümlelerin noktasını, emin ol ki, şeytan koyuyor. “Ben ki eşi menendi olmayan bir hocayım…”, “Ben ki paha biçilmez bir aydınım...”, “Ben ki saygın bir işadamıyım…” diye başlayan cümleleri sen objektiflik sanıyor, kendini o çetin sınavdan kurtardığını tahayyül ediyorsun. Yanılıyorsun! Tumturaklı sözler, zulmün olduğu yerde vicdanî bir arınma vesilesi olamaz. Zulüm dönemlerinde vicdan, yaptıklarıyla arınır; yapamadıklarıyla değil. Büyük İslam âlimlerine zulmeden Emevî sultanları, Abbasî halifeleri vs. çoktan ölüp gitti; ama o mazlum imamlar, çile dönemlerinde verdikleri çetin sınavdan alınlarının akıyla çıktıkları gibi kıyamete kadar gönüllere taht kurdu.

Ah Pilatus!

Ellerini yıkadığında vicdanındaki kan lekesini de temizlediğini sandın. Yanıldın! Eminim, tıpkı Lady Macbeth gibi, gece yarılarında ellerini defalarca yıkadın; ancak o görünmez kandan kurtulamadın. Mazlumun âhı yüreğini deldi her sabah ve şöyle feryat ettin kendi kendine: “Uykuyu katlettim; acıları dindiren, insana huzur veren uykuyu!” İsa (as) uçup gitti aramızdan; senin ellerin hiç ama hiç temizlenmedi; çünkü hakkın, hukukun, fikrin namusunu koruyamadın, küçük hesapların altında ezilip gittin...

Bu akreditasyon size zarar verir

AK Parti kongresinde pek çok gazete ve TV’ye akreditasyon uygulandı ve gazeteciler salona alınmadı. Bu, askerî yönetimlerin, özellikle de 28 Şubat’çıların, uyguladığı bir metot. Buna şimdi iktidar partisinin tevessül etmesi yakışık aldı mı? ‘Yeni Türkiye’ üzerine nefes tüketenler ne diyor acep bu tuhaf uygulamaya? Basbayağı ‘eski Türkiye’ bu!

Bir zamanlar bu tür uygulamalar yapıldığında hemen her kesimden, özellikle de muhafazakâr kesimden, itirazlar yükselir, bu tenkitlere karşı askerler, “Dünyanın pek çok yerinde de akreditasyon uygulanıyor.” şeklinde cevaplar verirdi. Doğru. Demokratik ülkelerde bile akreditasyon uygulaması yapılıyor. Ama bizdeki kadar akıl dışı bir uygulamaya rastlamak imkânsız. Akreditasyonun maksadı özel birikim gerektiren konularda özellikle uzman muhabirlerin toplantılara katılmasını temin etmektir. Mesela askerî konularda yetişmiş habercilerle toplantı yapılır ki geniş çaplı ihalelerden teknik donanıma kadar ayrıntıya vakıf kişilerle bilgilendirici, sorgulayıcı, denetleyici değerlendirmeler yapılabilsin. Bu nedenle savunma muhabirleri vardır gazete ve televizyonlarda. İnançları, ideolojileri, politik duruşları yüzünden medya gruplarına topyekûn akreditasyon yapılmaz. Yapılırsa o ülkenin yönetimine demokrasi denemez...

Bizdeki garabetin en acı yanı nedir biliyor musunuz? Bir zamanlar akreditasyon adı altında ayrımcılığa maruz kalmış meslektaşlarımızın meseleye sessiz kalması. Bugün, “Köşk’teki o programa falan neden çağrıldı?” diye etrafı velveleye verenlerin geçmişte yazdıklarına, söylediklerine bakın; durumun ne kadar vahim olduğunu anlarsınız. Bir dönem gazete sütunlarında ve TV ekranlarında bazı meslektaşlarımız esip gürlemiş, mangalda kül bırakmamıştı. Şimdi iktidarın aynı antidemokratik uygulamaya sığınması karşısında o kişilerin dilini yutmuşçasına sessiz kalması ‘Yeni Türkiye’nin ne manaya geldiğini ayan beyan ortaya çıkarıyor. İnsan tek bir erdemli cümle kuramaz mı basın özgürlüğü konusunda! Bu kadar mı tutsak alındınız Allah aşkına!

Meselenin bir de komik yanı var: Akredite uyguladım dediğin program çok sayıda TV kanalında zaten canlı yayınlanıyor. Neyi yasaklıyorsun o zaman? Dünyanın hiçbir ülkesinde canlı yayınlanan programlara böyle gülünç bir yasak uygulanmaz. Tam bir akıl tutulması. Umarım bu yasakçı yolda devam etmezler.

Tecrübeyle sabit ki akreditasyon adı altında yapılan haksızlık yasak sahibine zarar verir; basın kuruluşuna değil. Şayet ortada bir utanç varsa o, mağdurlara ait değil, mağrurlara aittir. Hem ülke içinde temel hak ve özgürlükler konusunda namuslu bir tutum sergileyenler hem de bu ülkeye dışarıdan bakıp bir kanaat getirenler ortada yaman bir çelişki olduğunu ve ayrımcılık suçunun işlendiğini pekâlâ bilir. Daha dün akreditasyonu antidemokratik bulan ve bu konuda bir duruş sergileyenlerin aynı gerekçelerle aynı hataya sığınmaları ne kadar hazin bir durum. Bunun aksini savunabilecek kimse var mı?