Ezgi Başaran, Ünsal Hoca'nın ardından yazdı

Ezgi Başaran, Ünsal Hoca'nın ardından yazdı
Güncelleme:

İşte Başaran'ın \"Son şanslı gazeteci ben olabilirim\" başlıklı yazısı...

Bugün oğlu Çınar Oskay kabristanda. Ben Radikal'deki masamda. Ünsal Hoca'yı anıyoruz, Enis Batur'un deyimiyle "ermiş bir akademisyeni" yad ediyoruz.
Son şanslı gazeteci ben olabilirim

Her sene bir babamın ölüm yıldönümünde, bir de Ünsal Oskay’ın ölüm yıldönümünde hüzünlenirim. İkisi de Ekim ayındadır. Lanet Ekim…
Bugün Ünsal Hocamınki. Oğlu Çınar şimdi kabristanda. Ben Radikal’deki masamda. Ne fark eder. Çınar da ben de biliriz ki, hocanın umurunda değildir böyle şeyler. O boğazı göremedikten sonra, tatlı köpeği veya (bir gün bir dersimizi onurlandırmış olan) tatlı kedisi olmadıktan sonra, çocukları Dalya’nın, Defne’nin ve Çınar’ın eline bir kitap tutuşturamadıktan, Walter Benjamin’den, Ece Ayhan’dan dem vuramadıktan sonra kabristanmış, törenmiş geçiniz. Hocanın çok da güzel bir ‘Geçiniz’ hareketi vardır. Elini havada savurur, yüzünü buruşturur. Söylemeden edemedim.

Yine söylemeden edemem: Tamam tören filan geçiniz de...Yıllarca emek verdiği, dekanlığını yaptığı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bugün tık yok biliyor musunuz. Buradan bir Ünsal Oskay geçti diyeceklerine, dünyadan haberleri yok. Dünyadan haberi olmayan iletişim fakülteleri var artık Ünsal Hoca, duyuyor musunuz… Duysa, emin olun, buraya yazamayacağım şeyler söylerdi. Haklı olarak. (Oskay için tören düzenlemeyi akıl eden İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne bravo bu arada.)


Ünsal Hoca’ya üniversitelerin, bilim dünyasının geldiği hali şikayet etmeye başlasam, son günlerinde altında huzurla oturduğu kiraz ağacının dalları bile kuruyup parça parça dökülürdü.

“Hayatı yaşayın, hayatı ve kendinizi merak edin, sokağa çıkın, kirlenin, kirlenerek öğrenin, tecessüsü elden bırakmayın, aşık olun, sevişin, eksik kalmayın çocuklar, aman gençken eksik kalmayın” diyen Ünsal Hoca’ya ‘dindar nesil yetiştireceğim’ emelini, ‘tektipleştirme gayretlerinin son merhalelerini’ anlatayım desem, daha önce birkaç kez yaptığı gibi kafama beresini fırlatırdı. “Sus be kızım” diyerekten. “Hayatımı bozguna uğratma sabah vakti.”

Ünsal Hoca’nın ağlaması vardı. Tüm samimiyeti ve sahiciliğiyle, tüm gücü ve cesaretiyle, tüm kırılganlığı ve sağlamlığıyla, tüm umursamazlığı ve hassasiyetiyle ağlardı. Çok dokunurdu bazı şeyler ona. Kedilere, köpeklere eziyet edilmesi, sadece etten ekmekten değil kitaptan mahrum bırakılmış çocuklar mesela… Görürse böyle şeyler, oturur vallahi billahi ağlardı.

O yüzden ben desem ki şimdi hocaya… Türkiye basını bu hale geldi. Bunlar bunlar gazeteciyim diye dolaşıyor. Şunlar şunlar haber diye yapılıyor. Gerçek gazeteciler böyle böyle şeyler yaşadı, yaşamaktalar.

Oturur, vallahi billahi ağlardı.

Ve belki de şöyle derdi: “Siyasilerin ve medyanın size sunmuş olduğu hayatı beğenmiyorsanız, kendinize Dostoyevski’den, Sartre’dan, Camus’den bir hayat kurun.”

Bugün böyle yapabilirim.

Gazeteciliği, merakı, yazarken adil olmayı, ‘ilke nedir ne işe yarar’ı, renkli yaşamanın kıymetini öğrendiğim Ünsal Oskay’ı andığım bugün böyle yapabilirim.

Son şanslı gazetecilerden biri olduğumu hatırlayıp şükredebilirim.

NOT: Gazeteciliği öğretmek deyince hayatımın yönünü değiştirmiş iki büyük gazeteci kadına da bugün teşekkür etmek istedim. Neyyire Özkan ve Ayşen Gür. Ah siz olmasanız ah…

NOT 2: Marmara Üniversitesi ikinci sınıf öğrencisi Alya Şahin, Ünsal Hoca efsanesi nedir çok merak etmiş, çocukları ve öğrencileriyle konuşarak harika bir dijital kitap yaratmış. Hocanın hikayelerini okuyun, gülün, ağlayın, zihninizi açın. İşte burada: http://unsaloskay.alyasahin.com/