Hükümeti Eleştiren Basın Yok Oluyor

Hükümeti Eleştiren Basın Yok Oluyor
Güncelleme:

Zaman gazetesi yazarı Ali Yurttagül, yazısında hükümeti eleştirmenin ekonomik olarak yok olma anlamına geldiği bir basın sektörünün var olduğunu yazdı.

Türkiye nereye gidiyor?

Son günlerde seçim sonuçları ve analizlerini tüm boyutları ile okuyoruz. Başbakan Erdoğan’ın seçim başarısını anlaşılır kılan tatmin edici bir analiz için sosyal araştırmacılara zaman vermekte yarar var.


 

Soldan gelen “Erdoğanlaşmış” kitleler analizi ne kadar tatmin edici değilse, “kemikleşmiş seçmen” tezini o kadar kısa buluyoruz. İlginç de olsa, biz çok tartışılan bu konuyu değil, Avrupa’da da merak edilen, seçim sonuçları ile Türkiye’nin nereye gitmekte olduğuna eğilmek istiyoruz.

    “Türkiye nereye gidiyor?” sorusu AKP’yi iktidara taşıyan 2002 seçimlerinde de gündeme gelmiş fakat oldukça kısa bir süre sonra gündemden düşmüştü. Beklenmedik şekilde iktidara gelen AKP, ekonomide Kemal Derviş döneminin köşe taşlarına dokunmamış, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını esas kılmış, bu dönemde hayata geçirilen bankalar ve ekonomi ile ilgili kanunları benimsemiş, IMF denetiminde bütçe dengesini sağlamıştı.

    AB ile gelişmekte olan ilişkileri önemsemiş, adaylık süreci ile başlayan reformları sürdürmüş, üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için gerekli özen ve iradeyi göstermişti. 2005 yılının ekim ayında üyelik müzakerelerinin başlaması bu açıdan şaşırtıcı olmadı.

    AKP, iç politikada da demokratikleşme ve özgürlükler konusunda cesaret verici adımlar atmıştı. Medeni Kanun sonrası, modern bir Ceza Yasası reformu gerçekleşmiş, yeni bir anayasa için kollar sıvanmış, askerî vesayet kısmen de olsa aşılmıştı. AB ile diyalog kapsamında mahkemelerin bağımsızlığına, genel olarak hukuk devletine doğru önemli adımlar atılmıştı.

    Kendi içerisinde tutarlı, Türkiye’yi dünyaya açan, demokratik devlet olmaya götüren bu politika, kısa zamanda meyvelerini vermiş, ülkemiz hızla kalkınmış ve bölgesinde bir tür “başarı modeli” olarak algılanmaya başlanmıştı. Ülke tarihinde az görülen bu başarı ile AKP yüzde 50’lere varan bir seçim başarısına doğru koşmuş, siyasi ve ekonomik istikrarı yakalamış, Türkiye de AB yolunda saygın bir ülke olmuştu.

    Bugün 12 yıl sonra bir kez daha “Türkiye ve AKP nereye gidiyor?” sorusu gündemde. Ekonomik veriler güven verici olmadığı gibi, ülkenin yönü pek belli değil. Yolsuzluk dosyaları altında ezilen, soruşturmaları yönetebilmek için hukuk devletini askıya almaktan çekinmeyen, sadece AB kriterlerini değil, kendi anayasasını da çiğneyen bir hükümet var. İnternet yasağı ile İran ve Çin’le aynı kategoride anılan, basın özgürlüğü konusunda Afrika diktatörlükleri ile sıra paylaşan bir Türkiye. İç ve dış politikasını dokunulmazlık zırhına bürünmüş bir istihbarat birimine havale etmiş bir başbakan ve bir siyasi parti var.

    “Yolsuzluk yok, darbe var” algısını geçerli kılmak için hâkim ve savcıları görevden alan, yıllarca ülkenin güvenliğinden sorumlu kurumlarda kilit konumda olan polislerini tutuklatan, cadı avı sürdüren bir hükümet var. Sadece gazetecilerin değil, basının genel olarak baskı altında olduğu, hükümeti eleştirmenin ekonomik olarak yok olma anlamına geldiği bir basın sektörü var.

    Toplumun önemli bir bölümünü dışlayan, Gezi olaylarında gördüğümüz gibi rencide eden, Cemaat’e yakın banka ve şirketleri iflasa sürükleyen bir hükümet var. Son altı yıldır ekonomik olarak yerinde sayan, sadece inşaata ve ranta dayalı ekonomi üretimden uzak, ihalelerde şaibenin normal olduğu bir Türkiye var.

    Ciddiyetini yitirmiş bir AB süreci, bölgesinde etkinliğini yitirmiş ve yalnız, Batı ile kavgalı, giderek itibarsızlaşan bir Türkiye var. Tüm bu gerçekler “Türkiye nereye gidiyor?” sorusunu gündeme taşıyor. Umut verici bir cevap mümkün değil.

    Seçim sonuçları ne yazık ki bu durumun değişeceğine işaret etmiyor. Zira bu seçim sürecinde “Ben Sünni’yim, sen Alevi, sen de Zaza’sın.” diyen, “Bana Gürcü, çok daha çirkin şeylerle, affedersiniz Ermeni dediler.” söylemi ve aşırı sağ oylarla seçilen bir cumhurbaşkanı var.

    Korkarız bu politikanın, yoldan çıkmanın ekonomik faturasını ödemeden sürmekte olan siyasi krizden kurtulmamız mümkün olmayacak. Zira seçim başarısının altında ilk yıllarda geçekleşen kalkınma kadar, dar gelirli seçmen kitlesine uzanan el de yatıyor. Bu el artık adil olmadığı gibi, sert, rencide edici ve yolsuzluk batağında...