Ilıcak, yine bam teline bastı

Ilıcak, yine bam teline bastı
Güncelleme:

Bugün yazarı, Hükümet'e yakın medyayı yazdı, ciddi belgelere rağmen yolsuzluk ve casusluk faaliyetlerine inanmadıklarına dikkat çekti :

iktidara yakın medya

İktidara yakın öyle bir medya var ki, ayakkabı kutularını dolduran deste deste paralara rağmen, yolsuzluk yapıldığına inanmıyor. Ciddi belgelere karşın, casusluk dosyasını da savunuyor. Bütün gayretleri, gerçekleri anlamaya değil, iddiaları çürütmeye yönelik.

Yolsuzluğun kılıfını “darbe” olarak buldular. Tevhid Selam Örgütü ise, döndü dolaştı polisleri casus ilân etmekle sonuçlandı.

Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse… Yeni Türkiye’den Yıldıray Oğur. İran ajanları arasında “Emin” koduyla anılan Hakan Fidan’ın düzmece belgelerle zan altında bırakıldığını ileri sürüyor.

Hakan Fidan’ın isminin, İran ajanlarının konuşmalarında geçmesinin yanı sıra, bir de 17 Ocak 2000 günü, Beykoz’daki Hizbullah hücre evine yapılan operasyonda elde edilen bir defter söz konusu. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu, o baskında öldürüldü ve Hizbullah’ın arşivine ulaşıldı. Arşivin içinde, Farsça’dan çevrilen bir bilgi notu vardı. Bu bilgi notu, İran ajanlarının irtibatlı olduğu Türk vatandaşlarının isimlerini ihtiva ediyordu; Aralık 1998’de İran ajanlarının Hizbullahçılar’la görüştüğü bir evde unuttukları defterden alınmıştı. Bu listeyi, dönemin Emniyet Genel Müdürü Turan Genç, 15 Ocak 2001’de, 7585 sayılı bir yazıyla MİT ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne gönderdi. Metin Fidan ismi, işte o listedeydi. Yanında da, “Almanya’daki NATO Askeri Üniversitesi mezunu. 28 yaşında. Türkiye ile dünya istihbaratı dalında İngilizce bir tez hazırlamış. Genelkurmay’da bilgisayar bölümünde çalışıyor. İsmail Ünal vasıtasıyla irtibat kurulabilir…” yazıyordu.

Yeni Türkiye’de Yıldıray Oğur, “Metin Fidan’ın tezi 1999 tarihini taşıyor. Oysa, defteri İran ajanları Aralık 1998’de unutmuşlar. Tarih tutmuyor, demek belge düzmece” yorumunu yapıyor.

Oysa, “Emniyet Genel Müdürü Turan Genç imzalı böyle bir belge Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne ve MİT’e gönderildi mi”; öncelikle buna bakmamız gerekmez mi? 15 Ocak 2001’de bu belge gerçekten gönderildiyse, Fidan’a karşı operasyon yapmak amacıyla düzenlenmiş bir not söz konusu olamaz. Niçin bir yetkili “Devlet arşivinde Turan Genç’in yolladığı bir yazı bulunmamaktadır” diye kamuoyunu aydınlatmıyor? Hakan Fidan’ın tezinin tarihinden ziyade, resmi makamlardan gelecek bir açıklama, asıl belirleyici olacaktır.

***

Yolsuzluk dosyasını da, sürekli, “paralel” gayretlere bağladılar. Dershanelerin kapatılmasına karşı Cemaat’in bir tepkisi gibi takdim ettiler. Hâlbuki çok önceden başlanmış soruşturmalar söz konusuydu. Nitekim, Cumhuriyet Gazetesi’nde Can Dündar, “25 Aralık dosyası”yla ilgili bir yazı dizisine başladı. Yazıyı okuyunca, doğal süreci içinde işleyen bir adli soruşturma olduğu hemen anlaşılıyor. Daha önce benim de belirttiğim gibi, Jandarma’nın, 2011/2323 sayısına istinaden yürüttüğü bir hafriyat takibi sırasında, ihale yolsuzluğuna ilişkin konuşmalar dinlemeye takılıyor. Dosya tefrik edilerek, savcılığa, oradan da Mali Şube’ye intikal ediyor. UYAP’a2012/656 sayıyla kaydedilip, soruşturma başlatılıyor. “Bosphorus 360” unvanlı bir şirketin, ucuza devlet arazisi kapatarak, rant elde etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bosphorus 360’ın ortaklarıCengiz Aktürk ve eşi Rabia Aktürk görülmekle birlikte, gizli ortaklarının Yasin El Kadı’ya vekâleten oğlu Muaz El Kadı, Usame Kutub, Abdülkerim Çay ve Bilal Erdoğan olduğu ortaya çıkıyor. Bu ilişkiler teknik takibe alınırken, TÜRGEV Vakfı’na yapılan bağışlar ve havuz medyası için toplanan haraç gibi delillere ulaşılıyor.

İktidara yakın olan medya ne yolsuzluk ne de casusluk dosyasını doğru dürüst inceliyor. Onların tek gayreti, mesele yargıya intikal etmeden çürütülsün, “Bütün bunlar paralellerin işi” denilip, hadisenin üstü örtülsün.

Akif Beki’ye cevabımdır

Akif Beki, bana soru sormuş, ancak okuyabildim. Mesele, arkadan kelepçelenme konusu. Beki, Terörle Mücadele Şubesi eski Müdürü Yurt Atayün’ün ellerinin arkadan kelepçelenmesini kendisinin istediğini yazmıştı. Ben de ona, “Bu kadar algı operasyonunun yapıldığı, yolsuzluk davalarına darbe, casusları kovalayan polislere casus denilen bir ülkede duyduklarına nasıl inanırsın Akif Beki? Mantık ve izan yok mu” diye sormuştum. Ve demiştim ki: “Velev ki böyle bir talep Atayün’den gelmiş olsun, bir öfke patlaması olduğu ortada. Zaten polislere artık şüpheliler mi talimat veriyor? Atayün, meslektaşlarına ‘Beni öldürün’ dese çekip onu vuracaklar mıydı?”  Akif ise bana şu soruyu soruyor: “Mantık ve izanı sadece burada mı arıyorsunuz Nazlı Hanım? Başbakan’ın, MİT Müsteşarı’nın ve aralarında Can Dündar’dan Defne Samyeli’ne kadar 2 bin küsur bir şöhretler karmasının dinlenmesi izana cuk oturuyor! Savcı 250 kişiyi dinlerken, diğer 2 bin kişinin dinlemeye takıldığını, istemeden kulak misafiri olunan o konuşmaların da, sehven tapeye dökülüp dosyaya konulduğunu söylüyor.” 

***

Kaç kere “adli” ve “istihbari” dinleme farkını yazdım. Herhalde Akif Beki’nin gözünden kaçmış. İstihbari dinlemelerde, eğer bir suç unsuru bulunmazsa, tapeler 15 gün içinde imha ediliyor. Adli dinlemelerde ise, dolaylı bile olsa, o konuşmalar tape ediliyor ve sonunda savcılığa teslim ediliyor. Zira polis için önem arz etmeyen bir hususun, iddianame kaleme alınırken hadiseyi tamamlayan bir unsur teşkil etmesi mümkün. Sözgelimi, 2 kişi aralarında “Kızılay’da buluşalım” demişler. Ama bir başka konuşmada, Kızılay’da bir eylem hazırlığı ortaya çıkıyor. Savcı, birbirini tamamlayan bu konuşmalardan, suçun işlendiği şüphesini kuvvetlendirecek bir delil elde edebiliyor. İddianame yazılana kadar bu sebepten dolayı imha işlemi yapılmıyor. Dolayısıyla Defne Samyeli’nden Can Dündar’a kadar 2 bin küsur kişilik şöhretler karması, İran casusluğundan dolayı dinlenmedi. Dosyanın savcıları Başbakan ile MİT Müsteşarı’nın dinlenmediğini de açıkladılar ve ispat edildiği takdirde hemen istifa edeceklerini söylediler. Savcı Adem Özcan henüz iddianamesini kaleme alacak vakit bulamadan, apar topar dosyadan uzaklaştırıldı. Bu yüzden o tapeler imha edilemedi.

Doğru yorum için, mantık ve izan önemli. Ama akıl yürütürken, bütün gayretleriniz, gerçeği perdelemeye ve olayları manipüle etmeye yönelik olmayacak.

“Emekli cumhurbaşkanı”

Tayyip Erdoğan sonrası olağanüstü kongre ne zaman yapılır? Önce, Ömer Şahin’den (İnternet Haber) okudum. Sonra, Mustafa Karaalioğlu’ndan (Star). Sanırım, olağanüstü kongrenin, Abdullah Gül’ün, Cumhurbaşkanlığı’nı teslim edeceği 28 Ağustos’tan önce yapılması planlanıyormuş. Bu iddia doğruysa, Erdoğan, işi, şansa bırakmak niyetinde değil. Cumhurbaşkanı seçilse bile, son güne kadar görevini yürütecek ve genel başkanı seçecek kongreye hâkim olacak. Abdullah Gül, “emekli cumhurbaşkanlığını” içine sindirecek mi? Yoksa, bir karşı hamlesi var mı?