Kerem Altan: Paralel Başbakan ve Hürriyet !

Kerem Altan: Paralel Başbakan ve Hürriyet !
Güncelleme:

T24 yazarı Kerem Altan'ın bu yazısı gündemi sarstı : Paralel Başbakan ve Hürriyet'i yazdı !

Paralel Başbakan..

Bir yanda anayasa, diğer yanda “Ya, sen git işine bak ya” sözleri…

“Yasaların anası”, “yapamazsın” diyor, o, “güldürmeyin beni” hallerinde...

“Oğlum bak git” anlayışıyla yönetilen “Yeni Türkiye”…

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “paralel başbakan” olarak görevini sürdürmeye karar veren Erdoğan’ın işi de zor.

O, her şeyin paraleli... Paralel başbakan, paralel parlamento, paralel yargı, paralel belediye başkanı, paralel imar müdürü…

Baktı ki şu anayasa bir türlü değiştirilemiyor, paralel parlamento olarak kendince bu tip ufak rötuşlarla “Yeni Türkiye”nin “el kitabı”nı yeniden yazmaya koyuldu…

İlk maddeye şöyle bir şey yazsa da hepimiz şu belirsizlikten iyi ya da kötü kurtulsak artık:

“T.C 12. Cumhurbaşkanı olan, boş zamanlarında eski günlerin hatırına başbakanlık da yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın, değerli zamanını harcayarak ustaca kaleme aldığı anayasa maddeleri değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez.”

Nasıl? Fena fikir değil sanki.

En azından yandaş basın da “usta” yaptıklarına bir kılıf uydurabilmek için kıvranmaktan kurtulur.

Düşünsenize, yandaş basının en “Yeni Akit”i Star bile hiç olmazsa zevahiri kurtarmak gerektiğini kavrayıp pek bir işe yaramasa da tarihten bir yaprak koparıp sundu önümüze…

Gazete, 15 Ağustos Cuma günkü sayısındaki, “Cumhurbaşkanlığı yeminle başlar” başlıklı haberinde, “Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 1989’da Meclis’in seçtiği Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a hakaret davasındaki kararında, 61 ve 82 Anayasası referans alınarak ‘Cumhurbaşkanlığı sıfatı seçimle değil and içmeyle başlar’ denildiğini” yazdı.

Fakat anayasa öyle demiyor… Bu işin profesörleri de öyle…

Ve benim bildiğim kadarıyla demokratik olduğu söylenen rejimlerde devletin çerçevesi anayasaya ile çizilir ve o çerçevenin dışına çıkılamaz. Anayasalardaki değişiklikler de bir adamın iki dudağından çıkan emirlere göre değil ya Meclis’te ya da halka sorularak yapılır. Bunun dışındaki her girişim ağır suçtur…

“Paralel başbakan” ise, zavallı Star kadar zahmete girme bile gereği duymadı, “Oğlum bak git” dedi ve işin içinden çıktı…

Veresiye suçları da kabardıkça kabardı…  Yeryüzünde bu kadar çok suç işlemiş ve işlemeye devam eden başka bir siyasetçi daha yoktur herhalde. 

Mahkemelerin aldığı kararları bile dinlemeyip, “Güçleri yetiyorsa yapsınlar” diyen biri var karşımızda…

Biliyorum, diktatörlük lafından pek hoşlanılmıyor buralarda... Muhalif gözüken birçok yazan çizen aydın bile Erdoğan için kullanılan diktatör lafını biraz çizgi ötesi buluyor ve “pazarlık”ı “otoriter eğilimli” noktasında sonlandırıyor.

Peki bana söyler misiniz; herhangi bir adamın istediği her yasayı dilediği zaman çiğneyerek aklına eseni yaptığı rejimlere ne denir?

Yıllardır ha değişti ha değişecek denilen şu gerilerin gerisi anayasaya bile sığamayıp istediği an delip geçebilen, altını üstüne getirerek çiğneyebilen birisi için sadece “otoriter eğilimli” demek, durumu açıklamaya gerçekten yetiyor mu?

Ya da sorun Erdoğan’ın “herhangi biri” olmadığının düşünülmesi mi?

Yandaşların “sanal alemi”nde bu böyle olabilir ama emin olun durum gerçekte biraz daha farklı…

O, devletin üst makamlarına erişme şansını yakalamış herhangi biri sadece… İnsanlara hizmet etmeye talip olan bir siyasiden başka bir şey değil.

Ama bunlar ona yetmiyor.

İçindeki her makamı kendisinin dolduracağı “paralel bir devlet” olmak istiyor.

Oluyor da...

Sadece bunun çok ağır bir suç olduğunu ve bir bedelinin bulunduğunu kavrayamıyor bir türlü.

Kavradığında ise onun için çok geç olacak.

Yılmaz Özdil ve izindekiler…

Hürriyet uzun zamandır Alper Görmüş çizgisinde ilerliyordu ve sonunda Aydın Doğan da baskılara dayanamayıp her zaman olduğu gibi muktedirin yanındaki yerini aldı: “Her gün hükümeti eleştirmek gazetecilik değildir.”

Ardından da önce Enis Berberoğlu’yla yollar ayrıldı, sonra da Yılmaz Özdil’in yazısı yayınlanmadı ve sonunda Özdil de Berberoğlu gibi mağdur gazeteciler kervanına katıldı.

“Mağdur gazeteciler” lafı biraz kinayeli gelmiş olabilir… Yine de durumun ciddiyetinin farkında olmadığımı düşünmeyin lütfen.

Yaşananlar fikir ve basın özgürlüğü bakımından çok kaygı verici fakat Enis Berberoğlu ile Yılmaz Özdil gibi gazetecilerin bile mağdur olabildiği “Yeni Türkiye” beni epey eğlendiriyor açıkçası.

Tıpkı, Yılmaz Özdil gibi bir “telgraf ustası”na bile tahammül edemeyen “sağlam irade” gibi…

Görülüyor ki Habertürk, Vatan ve kimi zaman Milliyet destekli havuz medyası yetmiyor “paralel başbakan”a… İstiyor ki herkes ya onu övsün ya da sonsuza dek sussun…

Bunu sadece Erdoğan’ın arzuladığını düşünürseniz yanılırsınız…

Basının yeni “Yılmaz Özdil”leri, yeni “Hasan Karakaya”ları da “reis”leri gibi, gerçekleri dile getiren muhalif her sesin “kara bir delikte yok olması” hayaliyle köşelerini süslüyor…

Üstelik buna, Erdoğan’ın ırkçı olmadığını anlatmaya çabaladıkları yazılarda kalkışıp kendilerine gülümsetiyorlar.

Peki, bu kadar imkana rağmen neden hiç kimseye tahammül edemiyor paralel başbakanın paralel Özdil’leri?

İstedikleri gazetelerde yazıp, istedikleri kanalda programlar yapıp, istedikleri başarıya ulaşmış görünürken insanların yok olmasını arzu etmek ne anlama geliyor?

Neden bu kadar rahatsız bunlar?

Tahammül edemedikleri şey, “milli irade”den bin bir zahmetle saklamaya çalıştıkları gerçeklerin asla yok olmaması, her gün yeniden yüzlerine çarpması…

Tabii bir de bu kadar çok yalan söyleyip, dalkavukluk yaptıkları için küçümsendiklerini, aşağılandıklarını, saygıdeğer insanlar arasında itibarlarının kalmadığını bilmeleri… 

Ama üzgünüm… İnsanları kara deliklerde değil de gaz odalarında bile sustursalar hiçbirinin iki yüzlülüğü, hiçbirinin kurnazlığı, hiçbirinin açgözlülüğü, görünce kaçacak delik aradıkları o gerçekleri yok etmeye yetmeyecek…