Türköne, Gül'ün bizim cenah dediği isimleri yorumladı

Türköne, Gül'ün bizim cenah dediği isimleri yorumladı
Güncelleme:

Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, Gül'ün bizim cenah dediği gazetecilerden gelen saldıralardan duyduğu rahatsızlığı yorumladı :

Güç, soysuzlaştırır

Abdullah Gül veda resepsiyonunda, “bizim cenah” dediği gazetecilerden gelen saldırıları ve duyduğu rahatsızlığı aktarmış.

Onun açısından bir tür arkadan hançerlenme şikâyeti, memleketin siyasî ahlâk düzeyi için ise soysuzluk örneği. Nesebin bilinmemesi geleneksel toplumlarda şüphe kaynağıdır. Abdullah Gül’e, “Erdoğan’a yakın gazeteci” sıfatı ile çizik atanlar ise, doğrudan nesebini inkâr edenler; yani emekle elde edilmiş bir soysuzluk. Çankaya ufkunda yeni bir güç yükseliyor ve aynı yerden Gül gurub vaktini seyrediyor. İktidar savaşında gücün yükselişine ve inişine göre vaziyet alanlar, bir zamanlar içinden çıkıp geldikleri “cenah”ı yani soylarını reddediyorlar. Aynı yerden geldikleri birine belden aşağı vurmak için, soyunu inkâr etmeleri lâzım. Demek ki güç insanı soysuzlaştırıyor ve doğal olarak yozlaştırıyor.

Gazetecilik veya siyaset mesleğinde olduğu gibi insanları ikna etmek zorunda olduğunuz bir işiniz varsa tek sermayeniz güvendir. Bugün işini kaybeden gazetecilerin itibarları, şöhretleri okuyucuları ile kurdukları güven bağından kaynaklanıyor. Oturup herkese açık bir mektup yolluyorsunuz. Seçtiğiniz kelimelerle, muhakemenizle, gözettiğiniz prensiplerle o güveni oluşturuyorsunuz. Okuyucu “aynı benim gibi düşünüyor” dediği zaman, işinizi yapmış oluyorsunuz. “Hiç böyle düşünmemiştim” diyorsa bir adım öne geçiyorsunuz, yeni yollara yeni taşlar döşüyorsunuz. Yandaş medyada yazan, Gül’ün “bizim cenah” dediği gazetecilerde bu ilişkiye rastlayamazsınız. Onlar tek bir okuyucuya, sadece tek bir kişiye, gücün sahibine hitaben yazarlar. Yazdıklarını beğendirmek zorunda oldukları tek kişi odur. Kendisine saygısı olanlar, maişet derdiyle bu tezgâha düşenler için ne büyük bir ızdırap! Tek bir okuyucuya hitap etmek. Hangi istikamete baktığını en önce fark edip oraya yönelmek, gözden düşenlere savaş açmak, kibre ve zulme çanak tutmak, onun düşman siyaseti için yalanlar-iftiralar üretmek. Gücünden emin otorite sahibi talimat verirken çok az enerji harcar. “Evet” demek yerine gözünü kapatır, “hayır” yerine kaşını kaldırır. Çomar’ın her hareketini izlediği sahibi ile ilişkisi bile bu kadar yakın takip gerektirmez. Güç de dahil hiçbir şey kalıcı değil. O tek okuyucu gözden kaybolunca, birilerinin meslekleri de sona erer; şayet yeni güç sahibi için de kullanışlı olduğu anlaşılmazsa.

Tek okuyucusu olanlar göze girmek için çevresi ile rekabet eder. Mesaisinin çok azını mesleğine, çoğunu arkasını kollamaya ayırır. Güç rekabetinde ahlakî prensip olmaz; ortaya ekip dayanışması ve ekip çalışması çıkmaz. Otorite sahibi bu rekabeti kışkırtır, çünkü bu rekabet siyasetine daha etkili ateş gücü sağlar.

Kısaca güç önce yozlaştırır; sonra soysuzlaştırır. Son yazımda, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Mustafa Öztürk’ün, Star ekinde çıkan yazısından hareketle, cadı avına eşlik eden ispiyonculuğu teşrih etmiştim. İspiyonculuk dönüp dolaşıp, merkezi sınavla öğretim elemanı alımının kaldırılması talebi ile sonuçlanıyordu. Neden? Çünkü daha bilgili ve birikimli oldukları için “paralelciler” bu sınavlarda başarılı oluyorlar. Totaliter eğilimlerin, cadı avının ve yol açtığı ispiyonculuğun ehliyet ve liyakati nasıl yok ettiğine delil teşkil ettiği için bu yazıyı konu edinmiştim. Bir genelleme yapmıştım: Dün 28 Şubat’ta meslektaşını “irticacı” diye jurnalleyenler ile bugün “paralelci” yaftası ile kuyusunu kazanların aynı kişiler olduğunu söylemiştim. “Paralel Akademisyenlik ve 17 Aralık...” Yazarını tanımam. Bana bir “reddiye” yazmış, bir prensibi değil kendisini savunuyor ve doğal olarak şahsiyyat yapıyor. “Paralelciler” ile kişisel bir meselesi olduğunu söylüyor ve benim yaptığım genellemeye ibretlik bir delil sunuyor. Çevresinde “28 Şubatçı” olarak tanındığını kendisi söylüyor. (http://www.twitlonger.com/show/n_1s4odat)

Yazık, hem de çok yazık! Türkiye entelektüel sermayesini gücün labirentlerinde kaybediyor. Bir tek ispiyoncunun görev yaptığı üniversitede ilim kayıplara karışır, tek bir okuyucuya hitap eden gazetelerin saltanatında gazeteciye rastlanmaz. Kötülerin egemen olduğu bir dünyada iyiler yaşayamaz.