Zaman GYY'sinden IŞİD sorusu

Zaman GYY'sinden IŞİD sorusu
Güncelleme:

Zaman Genel Yayın Yönetmeni Dumanlı, Türkiye'nin IŞİD konusunda neden çekinser olduğunu sorguladı :

Sahi Türkiye neden korkuyor?

Türkiye bir çıkmazın içinde buldu kendini. IŞİD kelle kesip bu vahşi görüntüleri sosyal medyada paylaştıkça dünya hop oturup hop kalkıyordu.

Şimdi herkes bir araya geldi, “Bu tehlikeyi nasıl yok ederiz?” diye görüşmeler yapıyor. Yakın zamana kadar adı sanı bilinmeyen örgütün ortaya çıkması, serpilip gelişmesi merak konusu ve bu konuda Türkiye'den kuşku duyuluyor. Bu arada “IŞİD ile mücadele” başlığı altında bir strateji geliştiriliyor. Bu plan çerçevesinde örgütün zayıflatılması için bir dizi tedbir alınacak; para kaynakları kurutulacak, silah imkânları kısıtlanacak, eleman bulmasına engel olunacak vs. Bir de IŞİD'e karşı savaşan devlet ve örgütler desteklenecek. Irak devletine, Barzani askerlerine ve PKK ile irtibatlı örgütlere doğrudan silah yardımı planlanıyor.

Türkiye bölgedeki kördüğümün tam ortasında kalakaldı. Bir yandan IŞİD ve benzeri örgütlere yardım yapmakla suçlanıyor; diğer yandan IŞİD karşısında oluşan ve pek çok Müslüman ülkenin de aktif rol aldığı ittifaka girmemekle. Birkaç ay önce görev süresi dolduğu için Türkiye'den ayrılan ABD Büyükelçisi Ricciardone, Türkiye'ye ağır suçlamalar yöneltti. Büyükelçiye göre Amerika'nın tüm uyarılarına rağmen Türk hükümeti El Kaide'nin Suriye'deki uzantısı olan El Nusra adlı örgüte doğrudan yardım etmişti. Suçlama ağır. The Wall Street Journal'da yayımlanan editör yazısında “Ankara artık Amerika'nın müttefiki değil” denmesi İttifak'a katılma konusunda Türkiye'nin gösterdiği isteksizliğe kızgınlığın sonucu. The New York Times daha ağır bir iddia ortaya attı. Gazeteye göre Türkiye IŞİD'in petrol satışlarına ortak ve bu nedenle baskılara rağmen durdurmuyor. Anlaşılan o ki Türkiye radikal örgütlerin güç kazanması konusunda hem sebep olmakla hem çare konusunda ayak sürümekle suçlanıyor. Sadece Amerika tarafından mı? Hayır.

NATO toplantısı öncesinde (zamanlama gerçekten manidar) ortaya çıktı ki Alman istihbaratı Türkiye'deki bütün yetkilileri dinlemiş, en mahrem güvenlik sırlarına aşina olmuş. Bu gerçek, Alman basını tarafından ifşa edilince “Türkiye'nin yöneticileri şimdi kükrer!” diye bekleşenler derin bir hayal kırıklığına uğradı; zira Türkiye Alman resmi makamlarının kabul ettiği dinlemelere sert tepki vermedi; belli ki veremedi. Bu sessizlik, “Türkiye neden korkuyor da bu kadar derin bir sükûtu tercih etti?” sorusunu getirdi gündeme.

Tam Almanya'daki şok unutulacaktı ki Türkiye'yi İngiltere ve Amerika'nın da dinlediği ortaya çıktı. Amerikan makamlarına bu konuda sorular yöneltildi. Verilen cevap Almanya'dakinden farklı değildi. Türkiye'yi yönetenlerden yine şahin sözler beklendi. Haksız da değildi bu tür beklentiye girenler. Daha önce pek çok defa tribünlere hoş gelsin ve oy getirsin diye külhanbeylikler yapılmıştı. Birtakım dinlemeler ortaya çıktığında delilsiz ispatsız, “Ey paraleller!” diye kükreyip suçsuz günahsız insanları itham altında bırakanlar, Amerika ve Almanya'nın kabul ettiği dinlemeler karşısında dilini yuttu adeta. Neden? Türkiye'yi yönetenler geçmişte bu ülkelere defalarca efelenmişti; şimdi neden susuyordu?

Bugün iyice beliren ve herkeste kıstırılmışlık duygusu uyandıran çaresizlik görüntüsü Türkiye'nin neden sessizliğe mahkûm edildiğinin sadece bir sebebini ortaya koyuyor. Meselenin kişileri konuşamaz hale getiren bir yanı olduğu söyleniyor. O konu şimdilik sır; ama politik alanda manzara açık: Türkiye, “Esed gitsin de nasıl giderse gitsin…” diyerek bazı hamleler yaptı, fakat o riskli eylemlerin sonucunu hesap edemedi. IŞİD denen örgüt Türkiye'den para, silah ve kadro temin etti; sonra döndü Türkiye'yi esir almaya kalkıştı ve Musul'daki konsolosluk binamızdan 49 kişiyi kaçırdı. Korkunç bir tedbirsizlik; hatta ihmaldi yapılan. Şimdi koskoca ülke bu yüzden IŞİD'e karşı eli kolu bağlı. Adamlar 95 gündür konsolosu ve yanındaki masum insanları serbest bırakmıyor. Oysa bir zamanlar Türk istihbaratı bu örgüte o kadar güveniyordu ki, “Söyleriz bir iki roket atarlar oraya…” diyerek gizli planlamalar yapıyordu. Başta, “Musul'daki vatandaşlarımız rehine değil, alıkonuluyorlar.” deniyordu. Aradan bu kadar zaman geçince devlet yetkilileri “Müslüman Müslüman'a bunu yapar mı?” diyerek merhamet talep ediyor. Yazık. Ta işin başında büyük bir hata yapıldı. Esed denen despotun defolup gitmesi için uluslararası siyaset ve hukuka riayet edilecek, diplomasinin bütün yolları denenecek, maceraya girilmeyecekti. Kanlı Esed rejimi bir yandan kendini güçlü bir ittifakın koynuna attı; diğer yandan Türkiye'yi şaibeli tezgâhların içine çekti. Türkiye'yi yönetenlerin gelinen vahim durumu fark etmesi kolay gözükmüyor; çünkü asli işlerini unutan birileri bu ülkenin en yetişmiş kadrolarını tasfiye etmek için çırpınırken gemiyi bizzat kendilerinin nasıl batırdığını göremiyor. Öfkenin esiri olunca korkunun da mahkûmu olursun. Bu kadar basit!