Zaman ile Cumhuriyet arasında buzlar eriyor

Zaman ile Cumhuriyet arasında buzlar eriyor
Güncelleme:

Zaman'ın resmi twitter hesabından Cumhuriyet'in bir haberi tweetlenmişti. Bugün de Zaman GYY Ekrem Dumanlı köşesinde Cumhuriyet'in manşetini övdü. Bu arada Dumanlı'nın yazısında kullandığı 'tasmalı gazeteciler' ifadesi yeni bir polemiğe kapı araladı

Sıfır!
Kim ne derse desin, gerçek şu ki adalet kan kaybediyor, yargıya güven yerle bir oluyor. Çift yönlü işleyen bir sistem var çünkü. Bir taraftan somut bilgi ve belgeye dayanan suçlar örtbas ediliyor; diğer taraftan intikamcı bir içgüdüyle suç ihdas ediliyor, siyasî bir amaca binaen mahkemeler kuruluyor.


Vatandaş, “Hırsızlar serbest, hırsız avcıları mahpus!” derken haksız mı? Görüntü bu. Bazı kişiler ‘hesap sorulamaz' hale getirildi. Sade vatandaş için geçerli mi bu durum? Tabii ki hayır. Rüşvet, yolsuzluk, kara para, ihaleye fesat karıştırma, ihtilas gibi apaçık suçların sanıkları onca yasal belgeye rağmen serbest bırakıldı. Yetmedi, dosyaları kapatıldı. Hafta içinde Reza Zarrab'ın, bakan çocuklarının ve pek çok ‘saygın kişi'den oluşan 53 şüphelinin suç dosyası sıfırlandı. Oysa ortaya çıkan deliller yüzünden 4 bakan istifa etmek zorunda kalmıştı. O kadar güçlü ve somut deliller vardı ki dosyada… Şimdi 17 Aralık'tan sanık kalmadı; tıpkı 25 Aralık'taki ‘hatırlı kişiler' gibi onlar da kanun karşısında hesap vermeyecek.

Tam Reza Zarrab ve avenesinin aklanıp paklandığı takipsizlik kararının verildiği gün, yolsuzluk soruşturmasını yürüten (ve sonradan kurulan bir mahkeme tarafından) aylar sonra tutuklanan polisler Silivri'ye nakledildi. Silivri'ye! Yani Ergenekon sanıklarının bir dönem kaldığı cezaevine. İntikam duygusu o kadar kesif bir arsızlık içindeydi ki; nakil, görüş günü sanık avukatlarından ve ailelerinden gizlendi, ziyaretçiler saatlerce kapıda bekletildi. Sonra da, “Görüş yapamazsınız çünkü artık burada değiller!” denildi. Onca somut bilgi ve belgeye aldırmaksızın hırsızlık, yolsuzluk, kara para aklama gibi yüz kızartıcı suçlardan insanlar elini kolunu sallayarak dolaşırken, savcı talebi ve hâkim kararı doğrultusunda gözaltı işlemi yapan emniyetçiler hapishane hapishane sürülüyor. Emniyet mensupları ile ilgili hukukî delil ne? Koca bir hiç! Çünkü ortaya atılan iddialar zorla itirafçı yapılan düşük profilli beyanlardan ve siyasî yorumlardan oluşmakta.

Manzara net: Hatırlı kişiler siyasî baskılar ve talimatlarla serbest bırakılırken, tek suçu kanun çerçevesinde vazifesini ifa eden kişiler mahpus.

Uzun uzun konuşmaya ne hacet; tarihten kısacık bir alıntı her şeyi izah etmeye yeter: Mahzumoğulları kabilesinden bir kadın hırsızlık yapar. Suçu sabittir. Buna rağmen devreye girenler olur ve hatırı sayılır bir aile için o suçlunun cezasız bırakılması talep edilir. Hazreti Muhammed'e (sas) doğrudan diyemedikleri için bu teklifi getiren kişi Peygamber'in çok sevdiği bir zattır. Af tekliflerini duyar duymaz o Şanı Yüce Nebi buyurur ki: “Sizden önceki toplumları helak eden neydi biliyor musunuz? Onların arasında soylu birisi bir suç işlediğinde onu cezasız bırakırlardı. Fakir ve zayıf bir insan aynı suçu işlediğinde onu cezalandırırlardı.” Bu, adalet ve zulüm dengesinin nasıl işletil(me)diğini gözler önüne sermeye yetecek kadar harika bir tespitti. Herkesin hayranlıkla dinlediği o tespiti Hazreti Muhammed (sas) şu muazzam hükümle teyit etti: “Vallahi bu suçu işleyen Mahzumoğulları oymağından Fatıma değil de, kendi kızım Fatıma bile olsa ayrım yapmaz, cezasının verilmesini isterdim.”

Neden?

Çünkü hukuk, (soyuna sopuna, siyasî bağlantısına, akraba ilişkisine vs. bakmaksızın) eşit saymaya mecburdur. Birileri ‘daha özel', ‘daha imtiyazlı' olursa zulüm kol gezer ve adalet duygusu temelden sarsılır.

18 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesi, tarihe geçmeyi hak eden bir manşet atmıştı: “Utan Adalet”. Gerçekten de gazete ibretlik bir utanç tablosunu ortaya koyuyordu: Bir tarafta üstü kapatılan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının sanıkları olan kişilerin fotoğrafı; diğer tarafta evlatlarını polis kurşunuyla kaybetmiş Sarısülük ailesinin sanık sandalyesinde çekilmiş fotoğrafları. Acılı ailenin polise “katil” demesini vesile kılarak evlat acısı içinde kıvranan ailenin dört ferdi 10 yılla yargılanıyordu. Zaman'da da yer alan bu trajik tablo, ne yazık ki gazetelerin pek çoğunda yoktu. Korku ve endişe ile bekleşen ve güç odaklarının şantajı karşısında susmayı tercih edenler de bu ülkedeki sıfırlama eyleminin pasif aktörleri haline geliyor…

Paraları, villaları, yatları, katları, gemileri sıfırlayanlar adaleti de sıfırlamaya çalışıyor. Tabii ki yangından mal kaçırma telaşı ve kurnazlığı içinde yapılan bu gayretkeşliği ma'şeri vicdan görüyor. Ve o vicdan bir gün en gür sada ile zulme dur diyecek ve ilgililerine “Sıfır! Otur yerine.” deme bilincine erecek…

Faşizmin ayak sesleri

Hükümet gece yarısı yeni bir ‘yargı paketi' ile çıktı kamuoyu karşısına. Bayram sonrası yaşanan sokak hadiselerini vesile eden teklifin bir çırpıda hazırlanmadığı besbelli idi. Kamuoyu bu nedenle hükümetin tezlerini inandırıcı bulmadı ve hadiseye ‘olaylar bahane, sıkıyönetim şahane' şeklinde yaklaştı. Bu, resmen Türkiye'nin demokrasiden geriye dönüş hamlesiydi ve üstelik ‘güvenlik paketi' ile daha da kötüleşecek bir sürecin ilk adımıydı. Eleştiriler karşısında parti sözcüsü, Zaytung'u geride bırakacak komik bir beyanda bulundu: “Bu geri adım değil. 2004'te yaptığımız düzenlemeye dönülüyor.”

Ne getiriyor kanun teklifi: Gözaltı ve arama kararları için eskiden ‘somut delil' aranırken artık ‘makul şüphe' istenecek. Güler misin ağlar mısın bu vahim değişime! Savunma hakkı kısıtlanacak, hâkim tedbir koyarsa, ne avukat ne şüpheli, ilgili oldukları dosyayı görebilecek. “Özel yetkili mahkemeleri kaldırdık…” diye reformist nutuklar çeken hükümet, özel yetkili savcıların bile sahip olmadığı yetkilerle donatacak yeni savcıları ve hâkimlerin verecekleri karara binaen diledikleri her yerde ‘makul şüphe' gibi defolu bir kavramı kullanıp operasyon yapacak. Daha da fecisi var: “Anayasal suçlar”da şüpheli ya da sanığın mal varlığına el konulacak. Değil anayasa, evrensel insan hakları bile bu kanunla askıya alınmaktadır…

Çok net: Tam bir faşizmdir bu. Ülkeyi bu tür süper yetkilerle ve özel seçilmiş mahkeme âzâlarıyla (ki kanun teklifinin bir ayrıntısı da iki yıllık avukatların hâkim yapılmasıdır) yönetmeye kalkışmak faşizmin bayrağını adalet burcuna dikmektir.

Nitekim kanun teklifi daha Meclis'te görüşülmeden, tartışılmadan feci bir hadiseye şahit olduk. İşgüzarlık örneği sergileyen birileri Adana'da gazetecilik yapan Aytekin Gezici'yi ‘makul şüphe' sâikiyle gözaltına aldırdı. İnanılır gibi değil! Daha kanun, teklif aşamasında iken böyle absürt kararlar veriliyorsa, kanun, Anayasa'nın öngördüğü temel özgürlükleri ve imzamızın olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal ederek çıksa kim bilir Türkiye ne korkunç bir durumla karşılaşacak!

Türkiye'de hiçbir fert ve kitle güvende değil artık; çünkü hukuk devleti rafa kaldırıldı; kanun devleti modeline geçilerek faşizmin her türlü baskısına kapılar aralandı. Buna Türkiye katlanır mı? Asla! Onca demokratik kazanım, birilerinin kendi suçunu örtbas etmesine feda edilemez. Edilmeyecek de…

PANORAMA

YENİ Ferhat Sarıkaya olayıyla karşı karşıyayız. 25 Aralık savcısı için inceleme yapan müfettiş, Muammer Akkaş'ın meslekten ihracını istemiş. Malum, Ferhat Sarıkaya'nın ihracını da o günün generalleri emretmiş, HSYK tak-şak pozisyonuna geçerek infazı yerine getirmişti. Hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçen hadise yıllar sonra düzeltilebilmiş ve yargı dünyası o utançtan kendini zar zor kurtarabilmişti. Aynı utanç bir daha yaşanır mı? HSYK yakın tarihten ders çıkarmadıysa evet. Ancak unutmamak gerekir ki koyu baskı dönemlerinden sonra mesele normalleşme yörüngesine tekrar oturur. O gün mahcup olmaktan çekinmeyen, bugün esir olmaya mahkûm demektir…

TASMALI gazetecilere geçenlerde seslenmiş, kendilerini muhatap almadığımı, o yuların sahiplerinin iddialarını ispat etmesi gerektiğini yazmıştım. Ne yazık ki tasmalı gazeteciler (bilmem ki bunlara gazeteci denir mi) yalan ve iftiraya devam ediyor. Oysa sahipleri konuşmalı artık. Bir güne bir ömürlük iftira sıkıştıracak kadar vicdanını kaybetmişsen çıkıp tetikçinin söylediğini ispat etme cesaretini göstereceksin. Adlarını da yazdım, “Ey Berat, Ey Serhat!” dedim. “İspat ederseniz; ülkemi terk edeceğim.” dedim. Tık yok. Ama tasmalılar hakarete, yalana ve tehdide devam ediyor. Ben bir kez daha avuçlarında tasma tutan herkese o İngiliz atasözünü hatırlatmakta fayda görüyorum: “Madem kendiniz havlayacaktınız; bu kadar köpeği neden besliyorsunuz?” Soru orada duruyor; namuslu adamsanız cevap verin…

FIRILDAK çevirenler, suçüstü yakalanınca film çevirmeye karar vermişler. Güncel hadiseler ile ilgili bir film çeviriyorsanız önce fırıldak çevirenlerle ilgili somut bilgi ve belgeye bakacaksınız. “Bu bir senaryo” deyip sıyıramazsınız; çünkü binlerce sayfalık mahkeme zabıtları, tapeler, belgeler, bilgiler siz istediniz diye ya da senarize ettiniz diye buharlaşmaz! Gerçeğin zâtî değeri bir gün bütün yalanları ayaklar altına alacak kadar güçlüdür…